19 Mayıs 2015 Salı

Yapay şeyleri sevmiyormuş !..

Dedi ki,

Zevkliymiş bu photoshop. Yetenek olmasa da öğrenmeye devam.

Dedim ki,

Sonra da birileri çıkar der ki "Fotoğrafı makina çekmez, kullanan çeker" :) Bakarsın d-slr almış ama, lensi de almış bir de falan ! Hem böyle diyorsun hem de aldığın makinayı göklere çıkartıyorsun. Ne iş ? Dediğin mi yalan yaptığın mı ? Sonra bakıyorsun Photoshop'suz foto eksik gibi. E çünki dijital foto makinalarının sensörleri insan gözünün algıladığı kadar kontrast ve renk derinliğini algılayamıyorlar. En yakını -, 0 ve + pozlama telafileri ile bir sahneyi 3 kez fotolayıp Photoshop'ta HDR etmeden birleştirmek ile olabiliyor mesela gözümüzün gördüğüne... Ne oldu ? Makina çekmedi, sen de çekmedin, Photoshop yazılımı ile yapabildin !

Dedi ki,

" Photoshop fotoğrafçılık konusunda baya önemli. Fakat işlenecek fotoğrafın kalitesi de çok önemli. Ne kadar iyi çekersen fotoğrafı düzeltmek için o kadar az zaman harcıyorsun. En basitinden kadraja giren elektrik direği vs. silinmesi.

Ben en çok bu tür şeyler için istiyordum photoshop öğrenmeyi. Ve bir kaç basit manipülasyon. Daha ilerisi için yetenek ve yaratıcılık gerekiyor ki hem ben de o konuda pek yetenek yok, hem de sevmiyorum yapay şeyler."


Dedim ki,

" Fotoğraf makinası yapay, kullandığın araba yapay ve onu kullanacağın yollar yapay, evin yapay :) Şehir yapay, yiyecekler bile oldu yapay. Doğal ne kaldı ? Çevremizdeki ağaçları bile yapay yollar ile nakledip şehir düzenlemesi vb. yapıyoruz artık. Bugün "İstanbul'u seviyorum" diye söyleyenlerden kaçı acaba doğallığını, doğasını falan seviyor olabilir ? Kaldı mı ? Yapay olanı sevmemek bence bizi %99 çepeçevre sarmış bu yapay Dünya içerisinde %1'lik kalan doğallığı sevmek demek gibi bir şey. Bir gün bilimkurgu filmlerindeki gibi doğayı iyice tükettiğimizde mesela nelerin fotoğrafını çekebileceğiz ? Belki o zaman öyle yapay ortamlarda yaşayacağız ki, fotoğraf makinası denen şey çok değişik bir şey olacak. Mesela insanların, yaşlıların, görmüş olanların anılarındaki gördükleri o doğa, hayvan vb. görüntülerini anılarından fotoğrafa aktaran bir sistem olacak ! Belki de bir alet ile biz tümüyle bir fotoğrafı doğal olana birebir benzer şekilde hayal edip çıktısını alabileceğiz !.. Bugünün 3 boyutlu yazıcılarının çok çok daha gelişmiş halini düşün, çıktı der iken sadece karta basılmış bir şeyi de hayal etmeyelim hani. Dur daha da öteliyim, belki şu an bütün olup biten bir düşüncenin çıktısı !!! Ne bu böyle, amma çıkartırmış beee ;) "

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Köyden indim şehre ! Evet, ben de !..

Ben de biraz olsun çocukken köy ortamını şehirde yaşayabilmiştim. İstanbul'a 45-50 yıl göçenlerin çoğu köyüne benzer bir ortam kurmaya çalışmıştılar sanırım. Belki bu akım 25-30 yıl öncesine kadar da devam etti. Sadece bizim sokak değil çevre 5-6 mahalle böyle idi. Herkesin sebze ekili bahçesi, meyva ağaçları, kimilerinin bahçesinde tulumba, tavuklar... yapabilenlerin inekleri falan da vardı.

Şu anda çok az da olsa yeşil alan kalan mahallemiz o zamanlar bomboş kır idi. Buralara arkamahalledeki Emine teyzemizin inekleri gelir idi, günlük yaşam alanları idi. Babam da ağabeyim ile bana günlük standart görevler vermişti. Birisi tulumbadan su çekip sebzeleri ve ağaçları sulamak ve bir diğeri de bu akşam üzeri bu ineklerin gübrelerini toplamak !!! Bizim için birer teneke kova ve ufak kürek de ayarlamıştı. Ne ise ki gübre bulmak sıkıntı olmadığından 3'er sefer yaptık mı ağabeyimle tamamdı. Sulama işi biraz vakit alıyordu, çünki tulumbadan el ile emmeli-basmalı çeker, elle taşır ve sulardık. O zamanlar arsa sınırları da pek önemsenmediğinden boş bölgeleri de sebze ektiğimiz bir dönem oldu. Kıvırcık salata, fasulye, hıyar ve domates ekimini bu sayede arttırıp yakınlarda kurulan 3 semt pazarında kiraladığımız tegahımızda bunları satmıştık ! Tabi çok kısa bir dönemdi. Hatırladığım kadarı ile 3 yıl yapmıştık. O zamanlar 9-12 yaşlarında falandım.

Tabi bu süreçte çocuk çocukluğunu yapmadan durur mu ? Kaytarmalar, kontrollerde işini yapmadığın görülünce babadan fırçayı yemeler... Bütün bunlar içinde hatırladığım en güzel anlardan birisi de evden görülen boş tarlada maç yaparken yorulduk mu veya devre arasında falan herkes bahçesine dalardı. Dalından organik domates, hıyarı yerdik ve de HIYAR derdik ! Sonraları kibarlaşıldı ve bu sebzenin adı oldu "salatalık" e nice sebze var salatalık, o bir genel addır, bir sebzenin adı değildir ki !.. Olmuş ise eriğimizi ceplerimize doldurur maça devam ederdik, kirazımızı avuçlar döke-saça yerdik... Bazen evden gelen yemek kokusunu takip edip acil annemizden ekmek arasına hazırlamakta olduğu etli yada kıymalı yemeğin harcından dolurmasını isterdik. Evde hiç durmazdık , biz sokakta büyüdük. Evde ancak hastalandık mı dururduk ki o bile zor tutardı bizi evde.

Uçurtma yapardık, çıtalı uçurtma !.. Misina alırdık, şansımıza boğazda yaşadığımızdan misinacılar bulunurdu hep. Saatlerce bir uçurtmanın altında onu izlediğimiz günleri anımsıyorum da ne acayip bir zevkmiş diyorum şimdi  En son bir uçurtmam vardı, misinası kısa geliyordu. Daha yükseklere sal beni diye çırpınıyordu. Ben de gittim eklemek için yine misina aldım... 200 metrelik aldığım misina meğer bir yerinde kesikmiş. Uçurtma yükseldikçe ben ipi salıyorum. Öyle yükselmiş ki... mest olmuşum, sal babam sal göklere... Nasıl mutluyum !.. Derken bir an misina elimden yok oldu. Şokun böylesi... Uçurtma rüzgar ile gittiii gittiii gitti ve gözden kayboldu. Özgürlüğe uçuşunu seyretmek hiç de bir kuşunkini izlemek kadar keyifli olmamıştı tabi.

Şimdi zamanın köyden şehre inmişleri olsun, onların çocukları olan bizler olsun artık yüreklerimiz taşlaştı ! Yoksa bu şehir niye böyle betonlaştı !? Yüksek yüksek apartmanlardan bahçeye inip de bakım isteyen sebzeler ile kim uğraşacaktı artık ? Hem bizi evlerimize hapseden TV kanalları, internetli bilgisayar,tablet,cep telefonlarımız var artık !..

______ 16 Mayıs 2015 - by CiddiBiri _______