Ben de biraz olsun çocukken köy ortamını şehirde yaşayabilmiştim.
İstanbul'a 45-50 yıl göçenlerin çoğu köyüne benzer bir ortam kurmaya
çalışmıştılar sanırım. Belki bu akım 25-30 yıl öncesine kadar da devam
etti. Sadece bizim sokak değil çevre 5-6 mahalle böyle idi. Herkesin
sebze ekili bahçesi, meyva ağaçları, kimilerinin bahçesinde tulumba,
tavuklar... yapabilenlerin inekleri falan da vardı.
Şu
anda çok az da olsa yeşil alan kalan mahallemiz o zamanlar bomboş kır
idi. Buralara arkamahalledeki Emine teyzemizin inekleri gelir idi,
günlük yaşam alanları idi. Babam da ağabeyim ile bana günlük standart
görevler vermişti. Birisi tulumbadan su çekip sebzeleri ve ağaçları
sulamak ve bir diğeri de bu akşam üzeri bu ineklerin gübrelerini
toplamak !!! Bizim için birer teneke kova ve ufak kürek de ayarlamıştı.
Ne ise ki gübre bulmak sıkıntı olmadığından 3'er sefer yaptık mı
ağabeyimle tamamdı. Sulama işi biraz vakit alıyordu, çünki tulumbadan el
ile emmeli-basmalı çeker, elle taşır ve sulardık. O zamanlar arsa
sınırları da pek önemsenmediğinden boş bölgeleri de sebze ektiğimiz bir
dönem oldu. Kıvırcık salata, fasulye, hıyar ve domates ekimini bu sayede
arttırıp yakınlarda kurulan 3 semt pazarında kiraladığımız tegahımızda
bunları satmıştık ! Tabi çok kısa bir dönemdi. Hatırladığım kadarı ile 3
yıl yapmıştık. O zamanlar 9-12 yaşlarında falandım.
Tabi
bu süreçte çocuk çocukluğunu yapmadan durur mu ? Kaytarmalar,
kontrollerde işini yapmadığın görülünce babadan fırçayı yemeler... Bütün
bunlar içinde hatırladığım en güzel anlardan birisi de evden görülen
boş tarlada maç yaparken yorulduk mu veya devre arasında falan herkes
bahçesine dalardı. Dalından organik domates, hıyarı yerdik ve de HIYAR
derdik ! Sonraları kibarlaşıldı ve bu sebzenin adı oldu "salatalık" e
nice sebze var salatalık, o bir genel addır, bir sebzenin adı değildir
ki !.. Olmuş ise eriğimizi ceplerimize doldurur maça devam ederdik,
kirazımızı avuçlar döke-saça yerdik... Bazen evden gelen yemek kokusunu
takip edip acil annemizden ekmek arasına hazırlamakta olduğu etli yada
kıymalı yemeğin harcından dolurmasını isterdik. Evde hiç durmazdık , biz
sokakta büyüdük. Evde ancak hastalandık mı dururduk ki o bile zor
tutardı bizi evde.
Uçurtma yapardık, çıtalı
uçurtma !.. Misina alırdık, şansımıza boğazda yaşadığımızdan misinacılar
bulunurdu hep. Saatlerce bir uçurtmanın altında onu izlediğimiz günleri
anımsıyorum da ne acayip bir zevkmiş diyorum şimdi En son bir uçurtmam
vardı, misinası kısa geliyordu. Daha yükseklere sal beni diye
çırpınıyordu. Ben de gittim eklemek için yine misina aldım... 200
metrelik aldığım misina meğer bir yerinde kesikmiş. Uçurtma yükseldikçe
ben ipi salıyorum. Öyle yükselmiş ki... mest olmuşum, sal babam sal
göklere... Nasıl mutluyum !.. Derken bir an misina elimden yok oldu.
Şokun böylesi... Uçurtma rüzgar ile gittiii gittiii gitti ve gözden
kayboldu. Özgürlüğe uçuşunu seyretmek hiç de bir kuşunkini izlemek kadar
keyifli olmamıştı tabi.
Şimdi zamanın köyden şehre
inmişleri olsun, onların çocukları olan bizler olsun artık yüreklerimiz
taşlaştı ! Yoksa bu şehir niye böyle betonlaştı !? Yüksek yüksek
apartmanlardan bahçeye inip de bakım isteyen sebzeler ile kim
uğraşacaktı artık ? Hem bizi evlerimize hapseden TV kanalları,
internetli bilgisayar,tablet,cep telefonlarımız var artık !..
______ 16 Mayıs 2015 - by CiddiBiri _______
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder