17 Haziran 2016 Cuma

Zorla hobi sahibi oldunuz mu hiç ?

Zorla hobiniz oldu mu ? Benim olmuştu !.. Ortaokul (vardı o zaman tabi) zamanında aile olmanın kazandırdığı güzellik sayesinde anne-babamın bir nevi 2'inci baba yetkilerini verdiği hatta zaman zaman gerçek babadan öte aşırılıkları olan benden 2 yaş büyük ağabeyimin kendi hobisi kısa süre sonra benim sorumluluğum olan bir hobiye dönüşmüştü. Hem de çok kısa sürede. Çünki yetkileri nedeni ile istediğini yapabilen aile büyüğümüz okulunda arkadaşlarından görmüş-etmiş akvaryum alınacak deyiverdi bir gün. Bir de öyle bir durumdu ki bir dediği ikiletilmezdi. E alındı ufak bir akvaryum. Şimdilerde fiyatları nasıldır bilemiyorum ama o camdan ve alüminyum çerçeveli akvaryumlar harbi sağlam fiyatlı şeylerdi. O nedenle de ilk akvaryumumuz 40 cm. falandı yanlış anımsamıyorsam. Tabi bütün bu kararlar alınırken "ben" diye bir aile üyesinin düşünebilen bir varlık olduğuna dair en ufak bir idrak görülmüyor diğer aile bireyleri arasında. O (büyük ağabeyim) düşünüyor, karar veriyor, söylüyor ve alınıyor-yapılıyor istediği. Tabi kendisi yatılı lisede okuduğu için de hafta içi yok, kimi zaman hafta sonu olmadığı da oluyor. Hali ile evdeki bu akvaryum hobisi ile en çok ve de asıl ilgilenecek olan kişi o anda "düşünebilen" bir varlık olduğu sadece bu çerçevede kabul gören BEN birden bire böyle bir hobi sahibi yapılmış bulunuyorum.

Fazla detaya girmek ve sizleri sıkmak istemiyorum da... Fakat görüyor musunuz o hep göklere çıkartılan ve kutsanan "AiLE" kavramı aslında içerisinde kişiye, kişiliğe, haklara, özgürlüğü geçelim zaten de bireyin yaşama bakış açısı, zevkleri, bireysel hobisi olabilme ihtimali vb. hiçbir şekilde aile içindeki otorite sahibi yetkili yönetici kişilerin akıllarına gelmiyor. Bildiğiniz bir esir kampı gibi. "Sana ekmeğini veriyoruz ya", "Seni bu yaşa biz getirdik ya", "Bak, babasız-anasız yetim veya piç ne hallerde yaşıyorlar" , "Haline şükret, sus!" , "O senin ağabeyin" , "Zaten bugüne kadar ne yaptın ki doğru-dürüst !"

Garip gelebilir belki kiminize... Dönüp baktığımda onca yıl evimizi-odalarımızı hep kendimiz el birliği ile boyadık. Tabi bu boya yapma sürecinde genellikle de evin süslü ve en üst yöneticisi olan büyük ağabeyip yoktu. E bir miktar haklı gerekçeler ile bunu da hiç büyütmeyeceğim elbette, merak etmeyin :) Fakat 1-2 senede bir odaları boyardık.Çünki sobalı oldu mu boyalar çok daha kısa sürede kirleniyor. Bir keresinde de birisi de sormadı ki "Evladım burada sen de, siz de yaşıyorsunuz ve hatta boyama aşamasında da yardım ediyorsunuz, ne renk boyayalım bir fikriniz-zevkiniz var mı ? Söyleyin bakalım..." demedi !.. Hani sorulsa ne olurdu ? Acaba "Bence zift rengi simsiyah olsun !" mu derdim ? Hiç sanmam, hem asıl olay sor ve bu benim istediğim renge boya demek de değil. En azından hani "Bak biz seni de bir birey olarak ve de düşünceleri, fikirleri, zevkleri, görüşleri olan birisi olarak görüyor ve soruyoruz" gibisinden bana bu aile içinde bir birey ve insan olduğumu hissettirin ve çok daha önemlisi bunun idrakında olduğunuzu göreyim.

Ne ise !.. Akvaryum alındı, birkaç balık alındı, yemi vs. konuldu... Görevli ben de nasıl bakım yapacağına dair brifing alıp görevime başladım. İlk zamanlarda komple akvaryumdaki 5-6 balık ölerek bitiyordu !!! Sonra ilaç-milaç aldık falan ama düşünsenize hem görevli olarak üstüne rapor vermek bir yana büyük bir sorumluluk, hem de insan olarak gözünün önünde alıp-getirip ölümlerine neden olunmasında da önemli aktörlerden birisisin !.. Aslında daha küçükken benim ilk evcil hayvanım bir akrabamızdan isteyip aldığım tavşandı. O tavşan ölünce günlerce ağlamıştım ve de tekrar öyle hayvan falan alıp bakımını üstlenmek istememiştim. Akvaryum olayı ise çok daha ağır ve zor oluyordu. Çünki hayvan suda, su ısısını onların doğal yaşam alanlarına uygun tutman lazım, para yok otomatik ısıtıcı alamamışız !.. Ne olacak ? Görevli sık sık kontrol edecek, ısı kritik seviyeye gelir ise ısıtıcının "otomatiği" olarak devreye girecek ! Böyle birkaç yıl geçti. Belki 2 belki 3 yıl ! Bü süreçte tahminim 100 kadar balığın ölümünde zorla, ilk elden, azmettiricilerim nedeni ile katili oldum !!! Bir gün bir baktım artık bu konuda soran-eden yok ! Bıraktım anında akvaryum olayını son ölen balıkla birlikte. Oh beydi hem de ne OH !.. Fakat artık nasıl bir ruh haliydi ise, nasıl işlemiştiyse birkaç ay sonra kendi kendime akvaryum kurup balık bakmak istedim !!! Çünki onca yıllık süreçte bu zor ve baskı rejiminde belki mecburen ve belki garip bir ters bağlantı ile ya başarmak istediğimden yada o sessiz hayvanlardan bir özürmüşcesine öldürmeden yaşatabilmeyi yapabileceğimi görmek istiyordum. Daha büyük bir akvaryum aldım ve yöneticimin emri altında iken kendisinin asla onaylamadığı bir tür balık aldım. 5 tane aldım 2 tanesini kaybettim ama kalan 3'ünü de üretmeyi başardım ki bunlar yumurtlayan cins idi. 200 küsür yumurta !.. Yavruların yumurtalarından çıkmaya başladığı gün askere gittim ! Asla zor ile bakacansın-edeceksin demediğim küçük kardeşimden rica ettim. "Bakmak istersen bakabildiğin kadar bak, eğer isteyen birilerini bulursan da ver" dedim. Hatta bir komşumuzun oğlu ile konuşuyorduk da o istemişti, yavrular biraz büyüyünce ona birkaç tane verecektim. Bu arada eş zamanlı olarak da bahçemizde 3-5 tavuk 1-2 horozlu bir başka hobim daha vardı. Süreç içerisinde 9 tavuk nüfusuna ulaştığım oldu. Hatta mahalledeki komşular bana "Günlük yumurta verirsen bize senden satın alırız" deyince "A-aa ! neden olmasın, ben de bu para ile tavuklarıma yemlerini alırım" demiş ve de yapmıştım. Babam da tavukları çok sevmişti, bahçe işleri ile uğraşırken bir yandan da tavuklar babama eğlence ve arkadaşlık ediyorlardı. Hatta ben tavuklara isim vermedim hiç babam her birine isim bile takmıştı, beni geçmişti !.. Askere giderken de tavuklar hakkında hiçbir şey söylememe gerek yoktu, çünki annem de dahil babam da bu çok verimli evcil hayvanları benden çok sevmişlerdi ;) Yine bunlarla birlikte babamın hiç eksik etmediği bir köpek bakma alışkanlığı nedeni ile bir sokak köpeği yavrusunu alıp-büyütmüştük. Bu köpek o zamana kadar alıp-büyüttüğümüz 4'üncü yavruydu aslında. Yani bir nevi ev hayatımız mikro çapta hayvanat bahçemsi haldeydi. Hatta bir ara arkadaşlarımdan birisinin de "ortak olalım" önerisi ile güvercinlerim de oldu. Yine bir süre bıldırcın baktım ama tür ve alaka çoğalınca onları öldürmeden sattım. Yine güvercinleri de ortağım olan arkadaşıma vermiştim. Bir ara da 5-6 aylık bür dönem anneme bir arkadaşı kedisi yavrulayınca bir yavrusunu vermiş, o gelmişti !.. Evde büyütülmüş genç kediyi biz bahçeye yani bir nevi sokağa bıraktık ! "Annem eve hayvan alınmaz" kanunu olan bir annedir. Kedimiz kayboldu, bulamadık. Tahminim çevreye uyum sağlayamadı ve ya öldürüldü yada belki de uyum sağladı ama başka yerlere gitti şeklinde. Fakat öldürülmesi de büyük olasılık çünki muhit öyle tenhaydı ki, ben okula giderken bile 5-7'şer elemanlık sokak köpeği çeteleri sabahların köründe zaman zaman karşınıza çıkıp sizi kovalayabiliyorlardı da !.. Bizim bahçe dediğimiz yerin de öyle telli melli köpek falan giremeyecek bir hali hiç yoktu. Öyle göstermelik kazıklar ile belirlenmiş her yeri açık bir bahçe işte. Zaten ilkokul son ve ortaokul yıllarında bir görevimiz de(ağbim gidene kadar onun da görevi idi) bahçe sınırına diktiğimiz kavak fidelerini arka mahalledeki inek sürüsü otlamaya geldiğinde nöbet tutup bizim ağaçları yememeleri idi !.. Bunun yanı sıra da her gün bu fideleri ve bahçe içerisindeki meyva ağaçlarını tulumbadan su çekip sulamamız da bir diğer görevimizdi. Tek şansımız (şans mı artık) etraf boştu ve evimizin önünde ya maç yapardık yada misket falan oynardık da mahalle çocukları ile çok uzağa gitmediğimizden bir gözümüz bahçede oyunumuzu da oynayabilirdik böylece.

Bütün bunların ötesinde de evde aile içinde anne-baba arasında bir sevgi kırıntısı göremezdik. O ne demek hatta, kavgalar, tartışmalar, babadan aşağı gücü yetenin yettiğine uyguladığı şiddet ve baskı !..

Taa o zamanlar kendi kendime "Yahu tamam hepsini anladım da neden 3 çocuk !?" sorusunu sorar olmuştum. Çünki hadi ağabeyime epey yetki verilmiş ve o kendisini de bir nevi koruyabiliyordu ve lise döneminde de epey kurtardı. Peki küçük kardeşim ?! Ona da ben, hani şu yukarıda aile içinde nasıl bir konumu olduğunu gördüğünüz BEN yapabildiğim kadar kalkan olmaya çalışıyordum. Bir çok sıkıcı ev işinde ona kardeşime "Hadi yeter sen git oyna ben yaparım" demişimdir.

Askerden geldim, büyüdüm ve büyümekle beraber hayatın, çevrenin ve ailemin beklentileri karşısında daha da korktum açıkcası. Öyle ya, bizde hele ki 20 sene evvel askerden geldin miydi artık varsa askerden önce çırakıkla vb. öğrendiğin bir sanat devam edersin yoksa bir işe girersin ve yuvanı kurarsın olayı gayet doğaldır. Fakat ben bir aile görmüşüm, bir ailede büyümüşüm ki her detayını sorgulamışım. Çevre, toplum, yaş, insanın doğası vb. gibi bütün kalıpların beni önce bir kıza kötü davranmayı makul gösterebilmesini ve sonra da olacak çocuklarıma iyi bakamama, onlara şiddet uygulama, bireysel benliklerini geliştiremeyecek bir ortam sunup süreç içinde yaşatmama hangi haklı gerekçe bulunabilirdi ki ! ! ! İlginç bulurum, askerlik beni ailemin büyüttüğü 20 yıllık süreçten çok ama çok daha hızlı ve iyi bir şekilde Dünya'yı gösteren bir çevde olmuştur. En öncelikli faydası askerde 20 yıl ailem tarafından hiçbir konuda fikri sorulmayan, yaptıklarım ile memnun olunmayan birisiyken askerde birkaç başarı elde ettim ! Sonra orada benim bilgimden ve vizyonumdan çoook daha eksi durumda o kadar çok insan gördüm ki tam anlamıyla hayretler içinde kalıyordum. Yıllar sonra askerlik sürecimdeki olayları ve insanları daha uzaktan görebildiğimde bambaşka şeyleri de analiz edebiliyordum. Mesela benden çok daha eksi durumda birey olamamış kişiler sırf birilerinden önce askere gelmiş olmaları sebebi ile hiçbir bilgisi olmamalarına rağmen askerde küçük birer krarllık kurabiliyorlardı ! İçlerine insanlık doldurulamamış bu yaratıklar ellerine fırsat geçtiğinde din bile onlar için asla sınırları aşılmaz-esnetilmez bir kalıp olmayabiliyordu ve etrafındakilere inanılmaz zulümler yapabiliyorlardı. Bilirsiniz işte, illa ki duymuşsunuzdur. Herif bildiğin maldır ama sırf senden 3 ay, 6 ay önce geldiği için seni komutanının bile yapmayacağı bir eylemle zedeleyebilir. Hayvana bile vurulmaz ya hoş ama böyleleri kendini savunmaya dahi hak tanınmamış bir alt devresini esas duruşta durdurup tekme-tokat, kafa-göz dövebilir !!! Bu şiddet sırasında da 20 sene içinde kulaklarınızda hiç yankılanmamış küfür ve hakaretleri duyabilirsiniz. Bütün bunlarla birlikte de der ki bu kişi ve bunun gibiler "Askerlik Peygamber ocağıdır" ! ! ! Yıllaaar yıllar sonra benden epey ufak bir iş arkadaşım askere gitti-geldi de anlattıklarına inanamadım. Çünki "Askerde dayak kalkmış olm, yok öyle kimse kimsele şiddet uygulayamıyor" demişti. Gerçi öyle bir ortamda bunun sıfırlanabileceğini hiç sanmam ama çok çok azaltılmış olabilir, umarım.

Derken işte toplumu, saçma kalıplarını, işine geldiğinde bu toplumun bireylerinin en ama en tepede gördükleri "Din" kalıplarını bile kendilerine göre esnetebildiklerini, hiçbir kimsem olmadan neler başarabileceğimi vb. görmüş birisiydim. Bir de buna o çok kutsal "aile" içinde geçirdiğim 20 yılı ekleyince...

Bu arada çok önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Bizde genellikle "şükret, sabret, Allah büyüktür" şeklinde yaşanan sıkıntılara karşı bir şey yapmamak, çözüm yolları aramamak, düşünmemek için bir sistem oturtulmuştur !!! Şükretmek iyidir amma şükrederken de çareler ve çözümler üretmek için Allah insana düşünebilme ve de o ölçüde özgür irade de vermiştir. Çoğu kaderin çizili bir yol ve asla değiştirelemeyeceğini söyleyebilir ama gerçekte kendileri de bunun böyle olmadığını gayet iyi bilirler ki her an birey yaşadığı süreçte çok ciddi farklılıklar yaratabilme potansiyeline sahiptir. Hem de en kara cahilinden, en eğitimisiz, görmemişinden tutun da işte en enine kadar herkese bence özgür iradesi ile koşulları değiştirme imkanı tanınmıştır Allah tarafından. Bunu bilip, farkında olup,uyanıp sistemi kullanan ve suyun başına oturanların keyiflerini kaçırmamak için de bize "sabır", "şükür" ve "Allah büyüktür" verilmiş !.. O ise Allah'ın büyüklüğü senin zulüme karşı oturup beklemekte değil, aksine Allah'ın büyüklüğü işte tam da bu zulüm ve haksızlıklara karşı sana verdiği aklı kullanmandadır. Mesela ben yapabildiğim kadarı ile askerde devrecilik sırası bana be bizim devrelere geldiğinde devreciliği kaldırdım ! Çavuştum da, devrem arkadaşlarla da konuştum. Mesela öyle garip şeyler oluyordu ki, yemek vakti yemekhaneye önce üst devreler girer, onlar yemeğini yiyip bitirmeden alt devreler giremezdi bile ! Düşünsenize, gözünüzün önünde birileri sıcak sıcak yiyor, çoğunluk iste dışarıda seyredip bekliyor ve burasına "Peygamber Ocağı" diyen de bu zulmü yapanların bizzat kendileri oluyor !!! Ben ve arkadaşlarım sağolsun kabul ettiler ve bu rezillikleri kendi dönemimizde kaldırdık. Hiç unutmam İzmir'li bir çavuş arkadaşım da en az benim kadar bu konuda sağlam ve dikkatli davrandı. Bilmem bilir misiniz, bilenleriniz vardır çavuş olarak ben nöbetten muaftım. Haa her yerde böyle midir bilemem orasını da. Benim usta birliğimde böyle idi ama ben bölük yazıcısına gider bana nöbet yazmasını isterdim. Hatta kar-kış tipi altında dahi "3-5 nöbeti bana yaz devrem" dediğim çok olmuştur. Elbette zaten het gün nöbete çıkamıyordum ve bu nedenle de hiç değil ise imkanım olduğunu 3-5 nöbetinde bir başkası uyusun, ben zaten ondan çok bu saatlerde uyuyabileceğim diye düşünüyordum. Bir keresinde nöbetçi subay devriyesinde beni nöbette görünce şaşırdı "Senin ne işin var burada ?" dedi hayretle. Ben de "Komutanım arkadaşımız rahatsızlanmış onun yerine nöbete ben geldim" dedim. Ne ise, konuyu askerlik hikayesine çevirmeyeyim. Öyle olduğunu düşündürttüysem affola. Amacım yanlış ve hatta sapkın kalıpları "kültür" vs. diye benimsemenin her geçen gün toplumu daha rezil bir seviyeye geri çekeceğini göstermek idi.

Şu an yazmaktan da yoruldum bunları. Çünki eş zamanlı olarak o kadar çok şey aklıma geliyor ki seçip, eleyip bir de uygun dille yazmaya çalışmak gerçekten esas yorucu olan kısmı. Yoksa yazma eylemi hiç yorucu değil. Maksadım ve dileğim umarım gören ve anlayan 3-5 kişiye olsun bir şeylere bir de böyle bakmasını gösterebilmek. Elbette istemeden ve herşeyin en iyisini elbette bilemeyen bir insan evladı olarak kusur da etmiş olabilirim. Anlayışınıza ve hoşgörünüze sığınıyorum. Allah hepimize zihin açıklığı versin. Zihinlerimizi bizden eskilerin keyfi için koyduğu saçma kurallar ile hapsetmeyelim inşallah... Sayı ve sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder